Tarih ve Medeniyetler

İLK ÇAĞLAR

Türkiye’nin tarihi 10.000 yıllık bir zaman dilimini kapsar. Anadolu toprakları, Sümer, Babil ve Asur kültürlerinin Hatti, Hitit ve Hurri’ler aracılığıyla yüzyıllar boyunca birbirlerini etkilediği bir buluşma noktası olmuştur. Bütün bu etkileşimlerin sonucu ise Batı dünyasının düşüncelerini ve efsanelerini derinden etkileyen eşsiz bir Anadolu uygarlığının biçimlenmesidir. Antik Bronz Çağı ilk bağımsız şehir devletlerin kurulmasına tanıklık etmiştir. Orta ve Güney-doğu Anadolu’nun yerli Hatti’lerin yerleşim alanı olduğu bu dönemin en görkemli kalıntıları, Yunanistan’daki Mycenae kral mezarlarıyla aynı dönemden kalan, Kızılırmak yöresindeki Alaca Höyük ve Karadeniz Bölgesinde bulunan Tokat yakınlarındaki Horoztepe’ye aittir.

 

EFSANEVİ TRUVA

Truva, M.Ö. 3000 yılı civarında kurulmuş ve bronz üretimi için vazgeçilmez olan teneke ticaretinde büyük bir rol oynamıştır.

 

HİTİTLERİN GELİŞİ 

Hititler Anadolu’ya M.Ö. ikinci binyıla doğru ulaşmışlardır. Babil medeniyetinin büyük bölümünü kendilerine ait kılmış ve demirin Asya’daki tekelinden uzun vadede faydalanmışlardır. Bütün bu kazanımlar, aynı zamanda at arabaları kullanan Hititlere, Mısır ve diğer Mezopotamya devletleri üzerinde askeri bir üstünlük sağlamıştır. M.Ö. 1590 yılında Babil’e karşı kazanılan zafer, ilk Hitit uygarlığının çöküş dönemiyle sonuçlanacak olan yükselme evresini başlatır. On dördüncü yüzyılın ilk yarısında, Hitit uygarlığı yeniden güç kazanmıştır. Bu ikinci dönem, Akdeniz kıyılarından İran Körfezine uzanan bir Hitit hegemonyasına tanıklık etmiştir.

monopoly of iron in Asia. This, combined with the use of the chariot, gave the Hittites a military superiority over Egypt and other Mesopotamian states. The victorious raid against Babylon in 1590 BC was the climax of the first Hittite empire, followed by a period of decline. Then, in the first half of the fourteenth century, came a revival of power. This second era saw a Hittite hegemony snatching from the shores of the Mediterranean to the Persian Gulf.

 

MİTTANİ KRALLIĞI

Güney Hazar Denizinden gelen Hurriler tarafından kurulmuş olan Mittani Krallığı Hititlerin düşmanıydı. Hurriler, Hititlilerin dini inançlarını büyük oranda etkilemişler ve iki tekerlekli at arabalarının kullanımını yaygınlaştırıp, yakın doğuda at yetiştirmeciliğine katkıda bulunmuşlardır.

 

URARTU DEVLETİ

M.Ö. ilk yüzyılın başında, Urartular, sınırları Kafkasya’dan Urmiya Gölüne kadar uzanan ve başkenti bugünkü Van şehri olan birleşik bir devlet kurmuşlardır. Urartular hidrolik çalışmalarda uzmandılar ve sulama, su taşımacılığı, kanal yapımı ve yapay göl inşaatlarında ustalık kazanmışlardı. At yetiştiriciliği alanındaki ünlerinin yanı sıra, saygın ve güçlü süvarileriyle de tanınmışlardı.

 

FRİGYALILAR VE KRAL MİDAS

Frigyalılar (M.Ö. 750-300) Orta ve Batı Anadolu’da yer alan Afyon- Ankara ve Eskişehir üçgenine yerleşmişler ve Sakarya Irmağı üzerindeki Gordion’u başkent ilan etmişlerdi. Frig uygarlığı M.Ö. 8. Yüzyılda, mitolojiye göre kendisine eşek kulakları veren Apollon tarafından küçük düşürülmüş ve Dionisos tarafından dokunduğu her şeyi altına çevirme gücüyle donatılmış olan ünlü Kral Midas döneminde doruk noktasına ulaşmıştır. Gordion M.Ö. 550 yılı civarında Pers egemenliği altına girmiş ve M.Ö. 333’da Büyük İskender tarafından özgürlüğüne kavuşturulmuştur.

 

LİDYALILAR PARAYI İCAT EDİYOR - SARDES

İzmir’in doğusunda yer alan Sardes’te, M.Ö. 800 ve 650 yılları arasında parayı icat ettikleri düşünülen Lidyalılar adında başka bir halk yaşardı. M.Ö. 6. yüzyılda, Lidya kralı Croesus Perslerle, Anadolu’yu Kızılırmak’tan itibaren ikiye bölmeleri konusunda anlaşmıştı. Bu anlaşmaya uymayan ve Lidya topraklarını işgal etmeye devam eden Persler, M.Ö. 333 yılında Büyük İskender’in gelişine kadar Anadolu’da egemen güç olmuşlardı.

 

ANADOLU YİNE EL DEĞİŞTİRİYOR - BERGAMA

Büyük İskender’in ölümünden sonra Anadolu, Selevkos İmparatorluğu’nun merkezi haline geldi ve Bergama, komşularına rağmen genişleyerek, M.Ö. 241 yılında Frigya’nın bir bölümünü kapladı. Bu sırada Krallık olağanüstü bir zenginliğe ulaştı, Anadolu’da ticaretin beşiği ve saygınlık uyandıran entellektüel bir merkez haline geldi.

 

ROMA DÖNEMİ BAŞLIYOR

Anadolu’daki Roma Dönemi, kendi mirasçısı olmadığı için Bergama’yı Romalılara bırakan Bergama Kralı III. Attalus’un ölümüyle başlamıştır. Bu değişimi takiben, özellikle M.S. 1. ve 2. yüzyıllarda Anadolu’da barış ve huzur hüküm sürmüştür. Roma Barışı şehirsel gelişim açısından olağanüstü bir dönem oluşturmuş ve Efes, bu tarihlerde Asya’nın Romalı hükümdarına ev sahipliği yapmasının yanı sıra bir ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir.

 

DOĞU ROMA İMPARATORLUĞU DÖNEMİ

Doğu Roma İmparatorluğu dönemi, bölge tarihinin dönüm noktalarından biridir. 330 yılında Roma İmparatoru Konstantin, İmparatorluğunun başkentini Roma’dan, Bizans’a taşımıştı. Bu tarihten 1000 yıl önce, Yunanlılar tarafından boğaz kıyısına kurulmuş olan Bizans’ın adı, Roma imparatorluğu’nun başkenti haline gelmesiyle birlikte Konstantinapolis olarak değiştirilmişti. Böylelikle Doğu; özellikle de Hatti, Hitit, Frig, Yunan ve diğer ulusların mirasçılarının yaşamakta oldukları Anadolu, Roma İmparatorluğu’nun merkezi haline gelmişti. Bizans, Doğu Roma İmparatorluğu’na dönüşmüş; M.S. 380 yılında Hıristiyanlık resmi din ilan edilmiş ve M.S. 392 yılında paganlık yasaklanmıştı. M.S. 476 yılında Roma yıkılmış ve Konstantinapolis, imparatorluğun tek başkenti olarak ayakta kalmaya devam etmişti. Bizans Roma Devleti, Yunan kültürü ve Hıristiyanlık inancı çerçevesinde yapılandırılmış bir uygarlık ve devlet yapısına sahipti. İmparator kendisine bahşedilen kutsal güçten faydalanıyor ve kiliseden büyük bir destek alıyordu.

 

 

Bizans ilk altın çağını Justinianos döneminde yaşamıştı. Bu hükümdarın dört ciltte topladığı Roma Hukuku külliyatı, yüzyıllar boyunca süren uzun soluklu bir etkiye sahip olmuştur. Aynı zamanda büyük bir mimar olan Justinianos devrinde aralarında Ayasofya Bazilikası’nın (M.S. 532-7) da bulunduğu pek çok yapı inşa edilmişti. Bizans’ın tarihi, yükseliş ve çöküşler; din çatışmaları; Persler, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve Kuzey halklarıyla çıkan anlaşmazlık ve savaşlarla geçmiştir.

Bizans 13.yüzyılda son nefesini vermekteydi. 1204 yılında aldığı ölümcül darbenin ardından, Haçlılar’ın Konstantinapolis’i işgal edip, şehri kuşatarak imparatoru sınır dışı etmeye zorladıktan sonra kurdukları Latin Krallığı küçük bir devletti. Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş ve yeni bir deniz gücü olan Venedik bütün Ege adalarını kendi sınırlarına katmıştı. 1261 yılında Bizans İmparatorluğu başkentini geri kazanmış, fakat bu defa da yeni tehditler ortaya çıkmıştı.

 

VE TÜRKLER GELİR 

 

11. yüzyılda, Tuğrul’un liderliğindeki Selçuk Türkleri, Büyük Selçuklu Hanedanı’nı kurmuşlar ve İran, Irak ve Suriye’nin yönetimini ele geçirmişlerdi. 1071 yılında Tuğrul’ın yeğeni Alparslan, Van gölünün yakınındaki Malazgirt’te Bizanslıları yenilgiye uğratmış ve Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştı. Bunun üzerine Anadolu’da etnik, siyasi ve aynı zamanda din, dil ve kültür alanlarında derin bir dönüşüm süreci başlamıştı. Selçuklu Sultanlığı 14. yüzyılın başına kadar Anadolu’da huküm sürmüştü. Bu medeniyetinin doruk noktası ise 13. yüzyılda Konya’nın, Selçuklu Sultanlığının siyaset, ekonomi, din, sanat ve edebiyat alanlarındaki merkezi olmasıyla birlikte yaşanmıştır. Selçuklular, Sultan ve bakanları ile yerel yöneticiler çevresinde işleyen merkezi bir yönetim biçimini benimsemişti. Bilim ve edebiyat, aynı mistik şiir gibi büyük bir gelişme göstermişti. Ayrıca, Anadolu’nun doğu ve batıyı birbirine bağlayan büyük yolların üzerinde yer alması dolayısıyla bu yollar üzerine, bugün de ayakta duran, pek çok kervansaray inşa edilmişti. Tarım, endüstri ve el sanatları gelişmiş ve ülke birden camii, medrese ve kervansaraylar yönünden zenginleşmişti.

 

SELÇUKLU SULTANLIĞININ YIKILIŞI

Selçuklu Sultanlığı iç çatışmalar ve Moğol istilaları sonucu yıkılmıştı. Anadolu yine, aralarında Osmanlı Beyliğinin de bulunduğu ve her biri diğerine üstün gelme çabası içinde olan bağımsız beyliklere bölünmüştü. Bu bölünmeye rağmen, dil, din ve ırk birliği içerisinde bulunan Anadolu, liderliğe ve güç kazanımına açıktı. Bu, Osman Bey ve ardı sıra gelecek olan Osmanlı beylerinin görevi olacaktı.

 

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN TEMELLERİ ATILIYOR

1296 yılında Osman Bey kendisini, o zamana kadar beyliğinin sınırları içinde bulunan Bursa yakınındaki Söğüt bölgesinin bağımsız Sultanı ilan etmiş ve Osmanlı Devleti’ni kurmuştu.

Osman Bey’in oğlu Orhan Bey döneminde Bursa ve İznik fethedilmiş ve çok geçmeden Marmara’nın güney-doğu kıyılarının tamamı Osmanlı’nın denetimi altına girmişti. Orhan Bey’in fetihleri ve diplomatik alandaki başarıları yalnızca hükumdarlığını etkileyen kazanımlarla sınırlı değildi. Orhan Bey aynı zamanda sanatı, edebiyatı, bilimi ve ticareti desteklemiş ve gelişmelerine katkıda bulunmuştu. Ayrıca Yeniçeriler adıyla bilinen düzenli bir ordu da kurmuştu. Yüksek bir ücrete tabi olan ve disiplin içinde yetişen yeniçeriler, genç Osmanlı Devleti için eğitimli askerlerden meydana gelen vatansever bir güç kaynağı oluşturuyorlardı.

Böylesine sağlam temeller üzerine kurulmuş olan Osmanlı Devleti çabucak genişlemişti. Murat Bey döneminde, bu genişleme hâlâ batıya odaklıydı ve Sultan dikkatini ancak Adriyatik, Tuna Nehri ve Tesalya kıyısının sınırlarına kadar ulaşıldıktan sonra Doğu Anadolu’ya çevirmişti. Ardından Beyazıt, Avrupa ve Asya’da egemenlik sağlanmasının ardından, 1402 yılında Konstantinapolis’e yönelmişti.

Beyazıt, Timur Anadolu’ya girdiğinde şehri ele geçirmek üzereydi ve Ankara Savaşı İstanbul’un fethini birkaç on yıl geciktirmişti. 1453’te Fatih Sultan Mehmet önderliğindeki Osmanlılar, Konstantinapolis’i ele geçirmişler ve böylelikle dünya tarihinde kendilerine çok önemli bir yer edinmişlerdi. Öte yandan, Osmanlı Devleti’nin başarısının doruk noktasına ulaşması daha ileriki bir tarihte, Osmanlıların Avrupa’ya ulaştığı 16. yüzyılın sonlarında gerçekleşecekti. Sonraki yüzyıllardaysa Osmanlı Devlet’i sahip olduğu büyük gücü kaybederek önce duraklama dönemine ardından çöküş dönemine girecekti.

 

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

The final blow to the Empire came with the First World War, during which The Ottoman Empire was on the losing side with Germany. Great Britain reversed the policy she had followed until then, and undertook with France, Russia and Italy, forming the Allied Forces. At the end of the war in 1918, the Ottoman government, under the occupation of the Allied Forces, choose not to further resist a peace treaty embodying the partition of Turkey. In May 1919, the Greeks, who had been promised a part of Anatolia, landed at Izmir and started an invasion in Western Anatolia while France sought control over South-Eastern Anatolia, and the Great Britain do the same in Istanbul in particular regions of the Middle East.

 

ATATÜRK’ÜN VİZYONU

 

Türk ulusu, bu çıkmaz karşısında sınır bütünlüğünü ve bağımsızlığını geri kazanmak, yabancı işgalcileri geri püskürtmek, yeni bir devlet yaratmak, Türkiye’yi parçalanan Osmanlı Hanedanından koparmak, eski ve zayıf bir düzeni yıkmak ve siyasi, toplumsal ve ekonomik ilerlemeye adanmış çağdaş bir ülke kurma çabası içine girmişti. Çanakkale’nin, Britanya, Fransa, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın deniz kuvvetlerine karşı savunulması sırasında, Osmanlı ordusunda öne çıkmış bir general olan Atatürk’ün hedefleri işte bunlardı. Gelibolu’daki itilaf güçlerine karşı kazanılan zafer Türkiye’nin imparatorluk üzerindeki tasarılarına yeni bir yön vermişti. Atatürk geçmişten tamamen kopmak, ulusu çağdaşlık ilkesi ekseninde birleştirmek ve Türkiye’yi, Avrupa ülkelerinin seviyesine yükseltmek istiyordu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş ve Atatürk, Cumhurbaşkanı seçilmişti. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıyla laiklik ilkesi benimsenmişti. Arapçanın yerini latin alfabesi almış ve kadınlara meclis üyelerini seçme ve meclis üyesi olarak seçilme hakkı verilmişti. Bütün bunların yanı sıra ve toplumsal alanda gerçekleştirilen daha birçok reform, Türkiye’yi bütünüyle çağdaş bir ülke haline gelme yoluna sokmuştu.

 

GURURLU BİR ULUS 

Atatürk 1938 yılında öldüğünde, ardında Türk halkının bugün de gurur duyduğu bir miras bırakmıştı. Kurtuluş savaşından sonra kendine olan güvenini geri kazanmış bir ulus; kendisine miras kalan siyasi, entellektüel, kültürel ve toplumsal değerleri korumaya kararlı bir toplum. Türkiye Cumhuriyeti 80 yılı aşkın bir zamandan bu yana Uluslararası Topluluk’un üyesidir. Bu süreçte büyük değişimler ortaya çıkmış ve pek çok zorlukla yüzleşilmiştir. Yine de Türkiye, Atatürk tarafından belirlenmiş olan politikalara sımsıkı bağlı kalmıştır. Ülkede çok partili, demokratik bir sistem kurulmuş, üretken ve canlı bir toplum oluşturulmuş, sanayileşme ve pazar ekonomisi yolunda hızla ilerlenmeye başlanmıştır. Türkiye; Nato, Avrupa Konseyi ve Gümrük Birliği üyelikleriyle birlikte Batı ve Avrupa Birliği ile arasındaki bağları sağlamlaştırmıştır. Bu yönelimler Osmanlı İmparatorluğu zamanından bu yana gerçekleşen radikal değişimlere işaret etmektedir. Bu çağdaşlaşma girişimleri hâlâ devam etmektedir. Türkler hem İslami hem de Osmanlı geçmişlerinin mirasına sahiptirler. Ayrıca bugünkü batılı yüzlerini şekillendirirken, doğulu geçmişlerinden kalan izleri de korumuşlardır. Doğu’dan ve Batı’dan, Asya’dan ve Avrupa’dan kalan bütün bu miraslar modern Türkiye uygarlığında harmanlanmıştır. Bu birliğin simgelerinden biri İstanbul Boğazını aşarak birden çok geçmişi ve tek geleceğiyle iki kıtayı birbirine bağlayan iki köprüdür.